Kurban Dağı, bir çift V15 macerası


Her şey plansız bir gezi ile başladı. Başlangıçta planımız Gemlik Fevziye köyünden Ericek’e oradan Gürsu’ya gitmekti. Ne var ki Fevziye köyünde karşılaştığımız amca, bize ekmek ve dut ikram ettikten sonra (bütün köy Karadeniz bölgesinden topluca göç etmiş) “yeğenim Karagöl çok güzel oraya gidin, boşverin Ericek gölünü” dedi.

Fevziye köyünde motorlar pırıl pırıl

Biz de amcaya uyduk, Ericek’e giden yoldaki Karagöl sapağından sonra uzun ve sivri taşlarla döşeli yoldan Karagöl’e ulaştık. Yol uzun ulduğu için arada geri dönmeyi de düşündük ama bu kadar gelmişken bu güzide gölü görmemek olmaz deyip yola devam ettik. Ne var ki gölü hiç beğenmedik. Fotoğrafı aşağıda. Biraz dikkatle bakarsanız ortadaki yeşil renkli su birikintisini görebilirsiniz. Tamam; doğa, orman güzel ama… Gölü(!) çepeçevre motorlarla turlarken ormanın içine, yukarı doğru uzanan, nerelere gittiğini bilmediğimiz toprak yola bir sapalım sapalım dedik. Bir yerlere çıkar değil mi sonuçta?

Muhteşem Karagöl!

Neyse ki yol toprak, ama zemin çok bozuk değil. Güzel güzel gidiyor, fotoğraf çekiyoruz. Manzara harika.

Yol bizi nerelere götürecek?

Önümüze yol ayrımı çıkıyor. Tabela yok, kafamıza göre bir tarafa dönüyoruz.

Ya şundadır ya bunda…

İlginçtir bir şekilde bu ıssız yerde ağacın yanına kadar kanape taşımışlar. Yetmezmiş gibi bir de ters koymuşlar. Yahu manzara öteki tarafta. Hayrına çevirse miydik?

E ters tarafa bakıyor bu

Böyle fısır fısır gezerken sol tarafta ve biraz uzakta kalan yamaçtan -ki çok dik bir yamaç- beş tane azgın, tasmalı kangalımsı, koşa koşa aşağıya iniyor. Neyse ki mesafe uzak, koyun sürüsü de yok ortalıkta, onlar gelene kadaaaaaaarooooeeeeeeeeaaauuu&%&+((=)/?&?!!!…. On saniyeden kısa sürede o dağdan nasıl inip bize yetiştiler anlamadım. Ben arkadaki motoru kullanıyorum ve önümdeki motor onlara uzak kaldığı ve daha yakın olduğum için av olarak beni seçiyorlar.

Az öncesi

İki yanımda birer tane, kalanlar arkadan geliyor. Havlamayı geçtim haa-huu haa-huuu haa-huuu solunum diye sesleri kulağımda yankılanıyor. Hayvanların ciğerleri tertemiz diyorum kendi kendime. Ne ciğeri ya! Gazla! Gazla! Yavaş gitsen; ısıracaklar, hızlı gitsen; yol toprak, kayıp düşme riski var, yine ısıracaklar. Allah’ım sen yardım et. Cem önden gidiyor, bir yandan da aynadan beni ve hayvanatı izliyor. Ben de yola mı bakayım, yanımdakileri mi kollayayım, arkadakileri mi düşüneyim derken bir 30-40 saniye  -bana çok daha uzun geldi-  gittik. Uzun zamandir bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Neyse arkadaşlar insaflı çıktı, vazgeçti de ben de rahat bir nefes alabildim. Fotoğraflarını çekemedim tabi.

Neyse, köpeklerden kurtulduk. Fikir değiştirip arkadan tekrar gelirler endişesiyle durmadan devam ediyoruz. Tam ne güzel gidiyoruz derken 2 dakika sonra karşımıza yolda kurumuş bir çamur birikintisi gördük. Öyleki bütün yolu kaplıyor. Neyse ki kurumuş. Buradan geçeriz, kuru nasıl olsa diyerek geçerken Cem’in motoru çamura battı iyi mi. Haydaa. Meğerse yamaçtan su akıp gelirken yolu geçtiği anda yolu boylu boyunca çamur yapmış. Hava sıcak olduğu için üstteki tabaka kurumuş. Tam kurumuş çamur görünümü, nerdeyse çatlamış. Ne var ki alt kısım hala ıslakmış, hem de ne ıslak. Motor iyice gömüldü. Tekerlekler battı, şasi oturdu iyice. Kurtarmaya çalıştıkça iyice gömüldü. İşin ilginç yanı, sadece motor değil biz de tutup kaldırmaya çalışırken de dizimize kadar çamura gömülüyoruz. Motor çıkmıyor, biz batıyoruz. Uğraşırken o kadar yorulduk ki burnumuzdan şıp şıp ter damladı. Şimdi şöyle bir sorun var. Yardım bulmak için batmayan motorla geri gitsek; köpekler var, bu sefer uyarıdan fazlasını yapabilirler. İleri de gidemiyoruz. Telefon da doğru düzgün çekmiyor. Jandarmaya mı ulaşsak? Gelip bizi çamurdan çıkarırlar (Bu konuda tecrübem var, şuradan okuyabilirsiniz) Böyle uğraşırken bir yandan da alternatif teknikleri düşünüyoruz. Tekerlerin önünde ve arkasındaki çamurları bulduğumuz kütükle kazmaya çalıştık, olmadı. İttik çektik, olmadı. Birden aklıma ortaokul  fen bilgisi derslerindeki kaldıraç problemleri geldi. Çevrede uzun ve sağlam bir dal parçası bulduk. Dalı ön tekerin ortasından geçirip ucunu yol kenarındaki kuru bir yere dayadık. iki kişi dalı kaldırdık da motor ilk defa kıpırdamaya başladı. Böyle böyle ön tekeri battığı yerden çıkarıp 15-20 cm yan tarafa hareket ettirebildik. Sonra ikimiz motorun arka tarafını kaldırıp yine biraz yan tarafa alabildik ve itekaka kurtardık. Yüzümüzdeki yorgun keyfi görmeniz gerek. İyi de; geçmesi gereken bir motor daha var. Pek tabi artık daha tecrübeliyiz. İkinci motor batmasın diye geçişte arkadan ittik ve daha kolay bir şekilde geçebildik. Ancak tekerin sıçrattığı çamur üstümüzü boydan boya çamur yaptı. Yola koyulmaya hazırız,  yorgun ve susamış olarak.

Burada bir detay vermek istiyorum. Bu motosikletler Hindistan’da üretilmiş ve daha çok güney doğu asya ve güney amerika pazarında satılıyor. Adamların ülkesinde yol kalitesi düşük ve toprak yol çoğunlukta olduğu için haliye kendi ülkelerine göre motor üretip üzerine de ona uygun lastik takmışlar. Aslında tam da bu yollara göre lastik. Cemin kullandığı motorda, üzerindeki lastikler hiç  iyi olmadığı için yeni, daha iyi ama asfalt kullanımı için uygun harika lastikler ile değiştirildi. Benim kullandığımda ise üzerinde gelen lastik diğerinin üzerinde gelenden daha iyi olduğu ve asfalt tutuşunun da kabul edilebilir olduğu için (farklı bir marka ile geldi) değiştirmedik. Haliyle lastikler toprak zemine daha uygun olduğu için benim motor çamurdan topraktan diğerine göre daha kolay geçti, daha az kaydı. Adamların var bir bildiği 🙂

Çammuuuur

Yorulduk terledik, dinlendik, çıkarıp dala astığımız kıyafetlerimizi tekrar giydik ve yola çıktık. Artık gideriz derken o da ne? Sonraki virajda yine çamur. Dağdan akan dereler yolu keserken yine böyle çamurlu alan oluşturmuş. Artık tecrübe kazandık. Bir şekilde o çamuru da geçtik de sonrasında yine çamur, sonra yine…

Daha az çamur

Böyle beş altı kere uğraşık geçtik. Yolu takip ederken bir anda yol önce patikaya döndü, sonra o da bitti, çayırlığa döndü. Papatyaların arasından gitmeye başladık. Ne tarafa gitmemiz gerektiğini kestirmeye çalışırken ileride bir çeşme bulduk, başına gidip kana kana su içtik. Allah yaptırandan razı olsun.

Papatyalar arasında çamurlu bir lale 🙂

Sonuda çamurlardan kurtulduk, orman seyreldi. Yol yine ikiye ayrılıyor. İnternet yok, GPS’te bulunduğumuz yerde yol görünmüyor. Ne tarafa gitsek? Aşağı inen yol her zaman medeniyete gider mantığı ile aşağıya gidene saptık. Sonunda o yol da döndü, dolaştı, bizi yine tepeye çıkardı iyi mi.

Bu arada toprak ve çamur, yerini yollarda traktörlerin ve akan suların oluşturduğu derin yarlara bıraktı. Öyle ki, ortasından geçmeye çalışırken izlerin içine düşmeyiverin. İte kaka çıkarmak gerekiyor. Zemin de taşlık. Sel basmış, sular bir sürü taş getirmiş. Bir ara Cem öndeydi; bir yokuş inerken kayboldu gözden. O kadar dik. İnişlerde frenler ve debriyaj ısındı. Ben bu kadar uzun süre iniş gitmedim hiç.

Derme çatma tahta ve naylondan kulübemsi, uzun aradan sonra gördüğümüz ilk medeniyet emaresi oldu, boştu gerçi. Böyle taşlık dik yokuşlardan inerken uzakta bir çatı gördük. Ona doğru gitmek istiyoruz da o kadar dik ki inişler… Düşe kalka, kaydıra kaydıra indik. Önce bir çitin, sonra bir çiftliğin yanından geçtik ve karşıdan gelen bir motorcu gördük. Yaşasın… Durdurup bu yol nereye çıkıyor abi diye sorduk.

g912

Yenisolöz dedi. Aşağıdaki haritada iki beyaz nokta arasındaki yolsuz dağlık alandan geçmişiz yani. Yol düzeldi. Yenisolöz’e vardık ve kahveye oturduk. Herkes üstümüzdeki ve motorlardaki çamurlara bakıyor.  Kahveci geldi. “Önce sizi gördüm bunlar krosçu dedim, sonra motorlara baktım kros da değil siz nerden geliyonuz” diye sordu. Biz de Fevziye deyince “Gemlik Fevziye mii?” diye hayretler içinde sordu. Kahvede ayran, meyve suyu, tost, su, çay ne varsa tükettik.

g913

Sabahtan beri açız tabi. Kahveciye rica ettik fotoğrafımızı çekti sağolsun. Dinlendikten sonra tekrar giyindik ve yola çıktık. İznik – Gemlik yoluna çıkıp Gemlik’e doğru gittik. Bu arada motorlar çukura tümseğe girdikçe yollara  topak topak çamur dökülüyor. Biri çamurları izlese bulur bizi, o derece. Gemlik’te benzincide önce motorları sonra pantolon ve botları basınçlı suyla çamurdan arındırdık. Botumun içinde su çalkalanıyordu bir ara, çıkarıp boşalttım, çorabımı da sıkıp çamurlu suları akıttım. O kadar yıkadık, Bursa yolunda hala lapa lapa çamur dökülüyordu motorlardan. Neyse ki eve geldiğimde kimse yoktu da ıslak çamurlu çoraplarımın yerde bıraktığı çamurlu izleri yok edebildim 🙂 İç çamaşırlarımdan çamur çıktı yahu.

Daha sonra yaptığım araştırma sonucunda bizim Fevziye’den dalıp da Yenisolöz’den çıktığımız ve kaybolduğumuz yerin adının Kurban Dağı olduğunu öğrendim. Aşağıdaki haritada sol kenarda Fevziye, sağ kenarda Yenisolöz görünüyor. Eş yükselti eğrilerinden bölgenin ne kadar dağlık olduğu görülebilir. Bu arazinin neresinden gittik bilmiyorum ne var ki düz hiç alan yok. Bayağı dağ geçmişiz yani. Öyle vadiye falan inmedik hiç.

g915

Gezinin bu dağlık bölümüne, hiç hesapta yokken ve hazırlıksız olarak çıktık. Uzun saatler boyunca macera yaşadık. Toplamda gittiğimiz yol çok fazla değildi ama epeyce macera yaşadık. Çok yorulduk, çok korktuk, arada umutsuzluğa kapıldık ama coook çok eğlendik. Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle Hoşça kalın.

g914

, , , , , , , ,

  1. Henüz hiç yorum yok.
(yayınlanmayacak)